|
|||||||
![]() |
12 Eylül...Ve...Hayatta en nefretim'dir...İhbar ve ihbarcılar... | ||||||
Ali Aladağ | |||||||
alialadag44@hotmail.com | |||||||
Yıllar su gibi akıyor..."Netekim" Darbe...34 yıl geçti...Hayatta en nefretimdir...İhbar ve ihbarcılar... Bugün 12 Eylül…Nesin’i seveyim…Darbe’nin…11 Eylül’de kan gövdeyi götürürke 12 Eylül’de olaylar bıçak gibi kesti…Peden daha önce aynı hassasiyet gösterilmedi…Olayların önüne geçilmedi… Şartların oluşması mı beklendi…İhtilal için…O günlerde neler yaşamadık ki… Rakamlarla işte Darbe…Bilançosu… 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 34 yıl geçti. Türkiye’yi tamamen değiştiren müdahale sonrasında 650 bin kişi gözaltına alındı, 1,683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü’ belgelendi...
34 yıl önce…Bugün deselerdi ki…Gün gelecek Kenan Evren…Yardılanacak-hapse mahkun edilecek… Kim inanırdı…? 12 Eylül dönemini yaşayan bir gazeteciyim...Bir veya birden fazla alcak...Şeref yoksunu...olanların..İhbalarlardan dolayı...Yaşadıklarım...Nefretimdir...İhbar ve ihbarcılar... O günlerde 12 Eylül'de asılsız ihbarlarla çok arkadaşımız ceza aldı...Sakat kaldı...Ve unutamadıklarım.... Yaşadığım süre ve 1 saniye ömrün var denilse; idama-ipe gitsem “son sözün ne desler...?”…İhbarcı ve ihanetçilere lanet okurum... İhbarcı ve ihanetciler şunuda bilsin; Argoyu iyi bilirim…Aldığım terbiyem buna müsade etmiyor... Severim...Güzel sözleri...Taşırım köşelerime..Buyurun ceme... Ya av olacaksın, ya da avcı…! Ama asla avı, avcıya getiren köpek olmayacaksın… Harika söz...Sözlerin padişahı..Şahı.. Eskiler “ihbar”a “jurnal” diyorlar, “ihbar eden”e “jurnalci” derlerdi. “Jurnal” deyince Cumhuriyet döneminin ilk işçi romanı kabul edilen “Çulluk”un yazarı Mahmut Yesari (1895-1945) gelir aklıma.Diyor birgün Refik Durbaş ... Yesari, Sirkeci otellerinde kalmakta, yalnızca yazı yazarak geçimini sağlamaktadır. Genellikle de Sirkeci’deki Kafkas meyhanesinde içmekte ve yazılarının çoğunu da orada yazmaktadır. Bir özelliği de Mehmed Kemal’in deyişine göre, yazılarından kazandığı parayı tek başına yemeyip eşiyle dostuyla paylaşmasıdır. Yesari’nin meyhane arkadaşları arasında bir Saffet Baba vardır. Baba, Yesari’yi hiç yalnız bırakmaz, onun bütün ayak işlerine koşar; yazılarını falan götürür gazetelere... Saffet Baba’nın asıl işi ise Darülbedayi, yani İstanbul Şehir Tiyatroları’nda kendi yaşamına uygun rollere çıkmaktır. Küçük roller yani, aldığı para da azdır bu yüzden… Arada bir Yesari’ye yakınır: “Sizin eşiniz dostunuz çok, onlara söyleseniz de bana bir ek iş verseler; ben de bu sayede geçinsem!” Mahmut Yesari, Saffet Baba’ya bir iş bulmayı düşünürken Babıâli yokuşunda, İkdam Yurdu önünde arkadaşı Aziz Hüdai’ye rastlar. Ve Hüdai’ye Saffet Baba’nın durumu anlatarak bir iş ricasında bulunur. Hüdai de “Sen bir mektupla bana gönder, bir şeyler yapmaya çalışayım” der. Birkaç gün sonra Yesari, bir mektup yazarak Saffet Baba’yı Aziz Hüdai’ye gönderir. Günler geçmektedir. Yesari, bu olayı unutur. Yine Kafkas meyhanesinde içmekte, yazılarını yazmaktadır. Saffet Baba da yine hizmetindedir. Bir zaman sonra Yesari, Kafkas meyhanesinden çıkarken garson, “Sizi” der, “İkdam Yurdu’ndan Aziz Hüdai Bey acele görmek istiyor.” Yesari’yi bir düşüncedir alır. Acaba Aziz Hüdai, kendisini neden ve niçin acele girmek istemekte… Çünkü Aziz Hüdai, o zamanlar MAH denilen Milli Emniyet Teşkilatı’nın İstanbul’daki başmüfettişidir. Her türlü gizli iş ondan sorulmaktadır. Kalkar, ağır ağır Cağaloğlu yokuşunu çıkar, Aziz Hüdai’nin makamına gelir. Sonrasını Mehmed Kemal, “Haber Peşinde 50 Yıl” kitabında anlatır: “Buyur üstat.” “Biz buyurduk, ama asıl sen buyur.” “Estağfurullah!” “Birkaç kere haber salmışsın, beni görsün demişsin. İşte geldim.” Aziz Hüdai Bey gülmeye başlar. Öylesine güler ki şaşırma sırası üstattadır. Sonunda gülmesi kesilince, donuk gözlerle süzer. Aziz Hüdai zile basar, gelen memura; “Mahmut Yesari Bey’in dosyasını bana getirin!” der. Adam, gider kabarık birkaç tane dosya getirir, önüne saygıyla koyar. Mahmut Yesari, “Bu dosyalar benim mi?” diye sorar. “Evet!” “Nerden oluyor benim dosyam?” Aziz Hüdai Bey, dosyalardan birini üstadın önüne koyarak, “Okuyun, imzaya da bakın…” der. Mahmut Yesari imzaya göz atar, bir de ne görsün, bütün raporların altında Saffet Baba’nın imzası yok mu? Bu sefer Mahmut Yesari gülmeye başlar: “Yahu” der, “biz bu adamı, iyilik etmek için sana gönderdik, kötülüğü bize dokundu.” Aziz Hüdai, “Dosyalardakini görsen daha çok şaşarsın…” der. “Ne var, ne yapmışım?” “Atatürk’e suikastlar düzenliyormuşsun. Halife ile ilişki kurmuşsun. Bazı gizli derneklerin yönetim kurullarında imişsin. Her içkide İsmet Paşa’ya, hükümete, iktidar partisine sövüyormuşsun.” “Bunları ben mi yapıyor muşum?” “Saffet Baba’ya göre sen yapıyormuşsun!” “Siz inandınız mı bunlara?” “İnanmadığım için sizi çağırdım üstat. Bize, bir iş bulun, yazıktır dediğin adam böyle çıktı. Bundan sonra sen dikkatli ol! Arkadaşlarını iyi seç!” Mahmut Yesari, daha sonra Saffet Baba’ya “Bunu niye yaptın?” diye sorduğunda, “Bana rapor ver dediler, senden başka ünlü kimseyi tanımıyorum ki rapor edeyim” diyecektir. Bu nedenle, ihbar edene de, edilene de, ettirene de dikkat!... Güzel sözlerle devam edeli…İt ürür, kervan yürür...Üren it çok...da...Aldıran kim... Tilkiler kurnaz, köpekler sadık, kediler nankör. Bazı mahlukatlar var…Bilmezler ki beni yıkmaya gücleri, yıkıldığım güne ömürleri yetmez…Lafı gizleyen değil, açık diyen yiğit olur… Fareye deney yapmışlar…Viski-votka vermişler…Oynamış kıc kıvırmış…Kıvırmayın şu kıcı… Semer seçilirken eşeğin fikri değil ölçüsü alınır…Eşek olmayın. Eşek olursanız ölcünüzü insan olursanız filrinizi alırlar… İnsan olun insan… Diyorum ki….Bir köpeğin dostluğu, bir dostun köpekliğinden iyidir…Tüysüz itte bit bulunmaz…Yavşaktan adam olmaz….Şerefsizden dost olmaz…Adam gibi adamlara tuzak kurulmaz….Kahpelik yapanın cenaze namazı bile kılınmaz…Çayın şekersizine adamın şerefsizine alışamadım…Kıskançların…Ve …Hasetçinin hayalleri, düşünceleri kirlidir…Düşünce ve hedefleri seviyesizdir Fikirleri bulanık, sisli ve dumanlıdır. Doğruyu göremez, doğru düşünemez, doğru değerlendiremez. İyiliklere kötülük der. Kendine ait değilse güzellikleri çirkin görü Ben Ali Aladağ olarak…Adam olana notunu…Öküz olana otunu veririm, sıkıntı yok…Körden değil…Nankörden…Yüzsüzden değil…İki yüzlüden…Tipi bozuktan değil…Sütü bozuktan korkacaksın… Dürüstlük pahalı bir mülktür…Ucuz insanlarda bulunmaz… Dünyanın sonu gelir de yavşakların sonu gelir mi ? Gelir… Ne olduğu belirsiz bir tırı-viriler var…Şahsiyetten yoksun alçak-gambaz-düzenbaz-şaftı kaymış...Tipi bozuk...Yalaka-yağcı-yavşak....Çok… Ve diyorum... Ali Aladağ olarak...Suskunluğum asaletimdendir.Her lafa verecek bir cevabım var elbet.Lakin bir lâfa bakarım laf mı diye,.Bir de söyleyene bakarım adam mı diye…Bu gibi hıyarlar-yavşaklar-ne olduğu belli olmayanlar…a…Güldürüyor beni…Bakıyorum…Gülüyorum…Geçiyorum…Şerefini şerefsizce satanlar…Menfaati için-çıkarı için soysuzlaşan …Kahpeye ne denilir…? Sünepe-satlık…Yüreksizlere... Soysuzlara...Alçaklara...İki yüzlü..Düzenbazlara …Satlık satlık olduğunu bilir…İnsan insanlığı ile bilinir… Alçak alçaklığı ile… Sahi ya…Çayın şekersizine …İnsanın Şerefsizine alışamadım…Şerefsiz çok …Şerefini şerefsizce satanda…Çok… 12 Eylül üzerinde 34 yıl geçti... O günler bu günler... Nereden nereye...? Halk artık her şeyi iyi görüyor...Biliyor ... Karma bir yazıyı sundum... Selam olsun...Adam olana...İnsanlığı ile yoluna devam edene... Bugün 12 Eylül...2014 |
|||||||
Etiketler: 12, EylülVeHayatta, nefretimdirİhbar, ihbarcılar |
|